cübbeli hoca sohbet mp3 indir: Mehdi ve Ahir zaman hadisleri

Cübbeli ahmet hoca tüm sohbetleri,İtikad mektupları,Mescid sohbetleri,Hadisi şerif sohbetleri,Cennet cehennem,Kıyamet alametleri,54 farz,Sifai Serif,Cezaevi mektupları,Haftanın sohbetleri,Delaili hayrat,islami ses tiyatroları,İslami filmler,Kurani kerim,Dini sesli kitaplar,

Mehdi ve Ahir zaman hadisleri

 

Mehdi ve Ahirzaman hadisleri
Cenab-ı Hakkın gönderdiği son Rasul olan Resul-i Ekrem (A.S.M.), Cenab-ı Hakkın izni ve bildirmesi ile istikbalde gelecek olan hâdiseleri görüp ümmetine haber vermiştir. Bununla ilgili meşhur rivayetlerden ikisi şöyledir:

− Buhari ve Müslim, Ömer ibn-il Hattab ve Huzeyfe’den ve yine İmam Ahmed ve Müslim, Ebu Zeyd bin Amr bin Ahtab El- Ensarî’den şöyle rivayet etmiştir:
“Resul-i Ekrem (A.S.M.) bir gün sabah namazını kıldı, sonra minbere çıkıp öğle namazı vaktine kadar bize hitab etti. Sonra minberden indi ve öğle namazını kıldı. Sonra minbere çıkıp ikindi namazı vaktine kadar bize hitab etti. Sonra indi ve ikindi namazını kıldı. Sonra yine minbere çıkıp güneş batıncaya kadar bize hitab etti. Bu hutbelerinde bütün olmuş ve bundan sonra olacak olan hâdiseleri haber verdi, onları bize öğretti ve ezberletti.”
(Buhari, Müslim)
− Hz. Huzeyfe bin El-Yeman (R.A.) şöyle demiştir:
“Allah’a kasem ederim ki, bilmiyorum acaba Peygamberin sahabelerine bu hadîsler unutturuldu mu, yoksa unuttular mı? Allah’a kasem ederim Resul-i Ekrem (A.S.M.) dünyanın sonuna kadar gelecek olan fitneleri ve o fitneleri çıkaran reisleri tâ üç yüzden daha fazla kimseleri bize isimleriyle, babalarının isimleriyle ve kabilelerinin isimleriyle haber verdi”.
(Ebu Davud)
(Not: Burada Peygamber efendimizin (ASM) haber verdiği olaylar gelecek ile ilgili mutlak olarak tüm olaylar değil, belki ekseriyetle ehemmiyetli olanları ile ilgilidir.)

Ahirzaman ile ilgili bütün sahih hadisler bir araya getirilerek tedkik edildiğinde görülmektedir ki, ahirzamanda deccal ve onun tabileri amansız bir şekilde İslam dini ve müslümanlar üzerine saldırmaktadırlar. İşte bunlara karşı mücadele eden müslümanların başında yine hadislerin ifadesine göre dört önemli kişi göze çarpmaktadır. Bu kişilerin önemi bizzat Rasul-i Ekrem (ASM) tarafından tarif edilmiş olmalarındandır. Bu mübarek zatlar şunlardır:
1. Hz. Mehdi (ra)’a zemin hazırlayacak olan Temim’den Şuayb bin Salih yada Haris bin Harras isminde bir zat,
2. Haşimi oğullarından birinci zatın yardımcısı olan ve yine Mehdiden evvel çıkacak olan bir zat,
3. Hazret-i Mehdi (ra),
4. Hazret-i İsa (AS).
Hadisler ve İslam alimlerinin beyanlarından anlaşılmaktadır ki, ilk iki zat Deccale karşı büyük mücadeleyi başlatır, Hz. Mehdi Müslümanları birleştirerek mücadeleyi genişletir ve sonunda Hz. İsa (AS) deccali öldürerek, onun tabilerini dağıtır. Böylece yeryüzünde Kıyametten önce ikinci bir asr-ı saadet zamanı yaşanır. Bu dört kişiden Hazret-i Mehdi (ra) ve Hz. İsa (AS) ile alakalı çok fazla meşhur nakil olduğundan daha çok ilk iki zat üzerinde durmak istiyoruz. Bu iki zatın ortak özellikleri Hz. Mehdi (ra) ‘dan önce gelerek ona zemin hazırlamalarıdır. Nitekim şu hadis-i şerifler Hz. Mehdi (ra)’dan önce böyle zatların çıkacağını bize açıkça haber vermektedir:

− Hz. Abdullah ibn-i Haris (ra)’ dan Hz. Peygamber (ASM) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak doğudan bazı insanlar çıkar ki, Mehdîy-i Ahirzaman’ın hakimiyeti için zemin hazırlarlar”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-40,
Ramûz El-Hâdis, Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî-508.6)
− “Allah-u Teala biz Ehl-i Beyt’e, ahireti dünyâ üzerine tercih etti ve muhakkak Ehl-i Beytim, benden sonra bela ve musibetlere ve zulme ve nefye maruz kalacaklardır. Tâ ki doğu tarafından siyah sancaklılar gelinceye kadar. Onlar gelince ekmek isterler, onlara verilmez (yâni maddeten sıkıntı içinde oldukları halde, onlara yardım edilmez), onlar mukatele ederler ve galip olup, nusrete mazhar olurlar. O zaman istedikleri gıda yardımı kendilerine verilir, fakat onlar, tâ sancakları (hakimiyeti) Ehl-i Beytim’den bir adama (Mehdî) verinceye kadar onların yardımını kabûl etmezler (yani hakimiyeti bir tek Mehdî’ye teslim etmedikçe o reislerin gıda ve maddî yardımlarını kabul etmezler). Ve işi O’na teslim ederler. O Mehdî de hâkim olup, daha önce zulümle dolmuş olan yeryüzünü, adaletle doldurur. Sizden her kim ki o zamana kavuşursa, kar üzerinde, emekleyerek dahi olsa, şarktan çıkan o mücahidlere gidip tabi olsun”.
(En-Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.25)
− “Horasan tarafından çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa onlara gidin. Çünkü onların içinde Allah’ın halifesi Mehdî vardır (dipnot-1).”
(Fetava-i Hadîsiyye, , İbn-i Hacer-i Heytemi-37)
− “Talikan’a (Afganistan’a) yazık olacak. Orada Allah’ın öyle hazineleri vardır ki ne altındandır ne de gümüşten. Fakat orada Allah’ı hakkıyla tanıyan erler vardır ki, onlar Âhirzaman Mehdî’sinin yardımcılarıdır”.
(El-Burhan Fî Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman)
Bu hadisler, Hz. Mehdi’ye zemin hazırlayacak olan kişilerin Horasandan yani şimdiki Afganistan’dan çıkacağını açıkça bildirmektedir. Geçen zaman bu hadislerin işaret ettiği manaları –elhamdulillah- bize göstermiştir. 2002 yılında Afganistanda başlayan ve Amerika, İngiltere ve Yahudilerin oluşturduğu Deccalin komitesine karşı başlatılan cihad hareketi Irak’a kaymış ve halen de devam etmektedir. Şimdi bu cihadı başlatıp devam ettiren iki zat ile ilgili diğer sahih hadislere bakalım:

1. Hz. Mehdi (ra)’a zemin hazırlayacak olan Temim’den Şuayb bin Salih yada Haris bin Harras isminde bir zat: Usâme Bin Ladin.
− Taberani Evsat’ta şöyle demiştir: Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ali’nin (R.A.) elini tuttu, dedi ki: “Bunun sulbünden bir adam çıkar, arzı adaletle doldurur. Bunu gördüğünüzde Temim kabilesinden (dipnot-2) bir adama tabi olun ki, o doğu tarafından çıkar ve o Mehdî’nin sancağının sahibidir.”
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-37)
− “Temim oğullarından orta boylu, esmer, meczum (hafif sakallı), kevsec (sakalı yanlarda az, aşağı tarafı uzun olan; diğer bir manası da Yemen asıllı) bir adam ki, ona Şuayb bin Salih (dipnot-3) denilir. Beyaz elbiseli, siyah sancaklı 4000 kişinin kumandanıdır. Mehdî’nin öncüsü olur ve kiminle mukatele ederse, harbde kim ona karşı çıkarsa onu öldürür.”
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-41)
− “Maveraünnehir’den bir adam çıkar, ona El-Hâris İbn-ul Harras denir. Onun askerlerinin kumandanı olan bir adam vardır ki ona da Mansur denilir. O El-Haris İbn-ul Harras tıpkı Kureyş’in Resulullah’a (S.A.V.) zemin hazırladığı gibi o da Al-i Muhammed’e zemin hazırlar veyâ onları yerleştirir (ravi şek etmiştir). Her mü’mine, ona yardım etmek veya davetine icabet etmek (ravi şek etmiştir) vaciptir”.
(Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî, c.5/s.617)
Bu hadiste geçen Haris ismi aslan manasına gelmektedir. Şu anda O zatın ismi olan Usame ile aynı mânâdadır. Binaenaleyh hadîs kinayeli olarak Usame bin Ladin’den bahsetmektedir.

− “Doğu tarafından gelen ve deha sahibleri oldukları halde, kıyafetlerine insanların taaccüb ettikleri kimselerin (dipnot-4) zuhur ettiğini işittiğinizde, işte o zaman muhakkak kıyametin gölgesi üzerinize düşmüştür”.
(Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-121)
− “Siyah sancaklılar, Abbasoğulları için çıkar. Sonra bir başka def’a da Horasan’dan çıkar ki; takkeleri siyah, elbiseleri beyazdır. Onların kumandanı Temim’den Şuayb bin Salih denilen bir adamdır ki, Süfyanî’nin adamlarını hezimete uğratır. Ta Beyt-i Makdis’e iner, Mehdî’nin hakimiyetine zemin hazırlar, ona Şam’dan üçyüz kişi yardım eder, onun hurucuyla Mehdî’ye emrin (vazifenin) teslim edilmesi arasında yetmiş iki ay zaman vardır (dipnot-5) .”
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi -42)
Hem bu hadîs gibi şu hadîs de o Zât’ın Filistin’e kadar gideceğini göstermektedir:
“Horasan’dan siyah sancaklılar çıkar ki, tâ Îliya’ya (Kudüs’e) o sancağı dikinceye kadar, kimse onlara karşı koyamaz.”
(Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî,c.5/ s.627)

− “Ve muhakkak Siyah Sancaklılar çıkar, Süfyanî ile harb ederler. O siyah sancaklıların içinde Beni Haşim’den bir genç vardır ki, sol avucunda bir ben vardır. Onun ordusunun başında, Temim’li Şuayb bin Salih diye çağrılan bir adam vardır. O kumandan Süfyanî’leri hezimete uğratır. Ve Süfyanî çıktığı zaman ordusunu Horasan ahalisine gönderir ve o ordu Mehdî’ye karşı çıkar. O (Süfyanî), Haşimî ile beraber olan Şuayb bin Salih’in kumandası altındaki siyah sancaklılarla “İstehar” kapısında karşılaşırlar. Aralarında büyük bir harb olur. Siyah sancaklılar galip gelir ve Süfyanî’nin ordusu kaçar. Bu sırada insanlar Mehdî’yi temenni ediyor ve arıyorlardır (dipnot-6)”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi -40)

2. Haşimi oğullarından birinci zatın yardımcısı olan ve yine Mehdiden evvel çıkacak olan bir zat: Ebu Mus’ab Ez-Zerkavî.
Bu zat ile ilgili bir hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
− “Mehdi’den evvel bir adam doğudan çıkar ki, Mehdi’nin ehl-i beytindendir. Bu adam kılıcı omuzunda 18 ay öldürür, müsle yapar ve Beyt-i Makdis’e (Kudüs’e) teveccüh eder. Fakat oraya varmadan ölür.”
(Fetava-yı Hadisiye, İbn-i Hacer-i Heytemi, 75)
Bu Hadis-i Şerifin işaret ettiği zat Allah-u A’lem 2 ay önce Irak’ta şehit edilen Ebu Mus’ab Ez Zerkavî’dir. Çünkü bu zat 2004’ün sonu-2005 başlarında Komutanı tarafından Irak’ta savaşmak için tayin edilmiş ve 2006’nın ortasında da şehit edilmiştir. Bu zaman aralığı toplam 18 aydır. Bu zat hiç beklenilmeyen bir zamanda ortaya çıkarak yenilmez görülen deccalin ordusuna ağır kayıplar verdirmiştir. Bunun en önemli kanıtı ise ABD’nin bu zatın başına 500 milyon $ ödül koymasıdır. (Şu işe bakın ki, bu mübarek zat İslam için deccalın ordusu ile savaşırken ve başına böyle bir ödül konmuşken, cemaat lideri vasfıyla ABD’de CIA koruması altındaki bir çiftlikte yaşayan ulema-is su’nun işgal edilmiş olan İslam toprakları ve zulüm altındaki müslümanlar için hiçbir gayret göstermemesi gayet manidardır.)

Not: Dikkat edilirse hadislerde işaret edilen bu iki zat zuhur etmiştir ve Deccaliyete karşı mücadeleyi başlatmışlardır. Bu nedenle deccal komitesi medya ve her türlü yayın organları ile bu iki zatı terörist olarak ilan etmişlerdir. Yoğun bir propaganda ile müslümanları bu zatlardan soğutmaya çalışmaktadırlar. O halde bu hadisleri okuyan bir müslümana düşen ise bu oyuna gelmemek ve mübarek zatların kim olduklarını etrafındaki müslümanlara anlatmak ve onlar için duada bulunmaktır. İlave olarak, daha gelmemiş olan ancak çok yakında gelmesi beklenen Hz. Mehdi (RA) ve Hz. İsa’nın (AS) nasıl ineceği ve o zamanda neler olacağına dair gerekli bilgileri öğrenmektir.

3. Hazret-i Mehdi (ra):
Hz. Mehdi (ra) ile ilgili sahih hadisler çoktur. Bu nedenle kısa kesip yalnızca birkaç tanesini burada belirteceğiz. Özellikle birinci hadis, ahirzamanda olan ve olacak olaylara işaret ettiği için önemlidir:

− “Bir rivayette Ebu Hureyre vefat edeceğini hissettiği vakitte ilmi ketmetmiş olmaktan korkarak etrafındakilere şöyle dedi:
Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) öğrendiğim Ahirzamanda vukua gelecek harblerle alakalı haberleri size bildireyim mi? Onlar: ‘Evet bize haber ver. Bunda bir beis yoktur Allah seni hayırla mükafatlandırsın’ dediler. Bundan sonra Ebu Hureyre sözüne devâm ederek dedi ki:
‘Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden birkaç akid say (dipnot-Haşiye-1). O vakit Rumların meliki (Haşiye-2) bütün dünya ile harb etmek ister. Allahu Teala da o adam için harbi irade eder. Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmez, iki akid sonra (CERMEN) ismindeki bir beldeden (Haşiye-3), ismi kedi ismi olan bir adam musallat olur (Haşiye-4) ve bütün dünyaya malik olmak ister. Ve hem soğuk memleketlerde ve hem de sıcak memleketlerde (Haşiye-5) bütün dünya ile harb eder. Şiddetli harb ateşlerinin dolu olduğu senelerden sonra Allah’ın gadabına uğrar. Neticede Rûş’un veya Rus’un (ravi şübhe etmiştir) sırrı (Haşiye-6) onu öldürürler.
Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden beş veya altı veya yedi veya sekiz akid say. O vakit Mısır’a “Nasır” künyesinde bir adam hükmeder (Haşiye-7). Arablar onu “Şüccâ’-ul Arab” (Arabın cesuru) diye çağırırlar. Allah onu bir harbde ve sonra bir harbde daha, yani iki harbde zelil eder (Haşiye-8). O Nasır mansur olmaz, ona yardım edilmez. Ve Allahu Teala ayların en sevgilisinde Mısır’a hakiki nusreti irade eder ki bu nusret tahakkuk edecektir (Haşiye-9). Bunun üzerine Beyt’in Rabbi olan Allah, Mısır halkını ve Arab milletini, babası kendisinden daha Enver olan “Esmer Sâdâ” ile razı ederek onu, onlara reis eder (Haşiye10). Fakat bu adam Mescid-i Aksa’nın hırsızlarıyla (Yahudilerle) belde-i hazînde musalaha yapar (Haşiye11).
Sonra Şam bölgesinden olan Irak’da cebbar bir adam zuhur eder ki; o adam Süfyanîlerden biridir ve onun bir gözünde hafif bir aksama vardır. Onun ismi “Saddam” dır (Haşiye12). O, kendisine muarız olanlara karşı saddamdır (Haşiye13) . Bütün dünya “Küçük Kût” ta (Haşiye14), onun için toplanırlar ki Saddam da bu Kuveyt’e daha evvel aldatılarak girmiştir (Haşiye15). Bu Süfyanîde hiç bir hayır yoktur. İlla ki İslamiyet’e dönerse o zaman onda hayır olur. O hem hayır, hem de şerdir (Haşiye16). Mehdî-yi Emin’e hain olana veyl olsun (Haşiye17).
Hicretten bin dört yüz (1400) sene sonraki akidlerden iki veya üç akid say (Haşiye18). O vakit Mehdî-i Emin çıkar ve bütün dünya ile harb eder. Dalalete düşenler (Haşiye19) ve Allah’ın gadabına uğramış olanlar(Haşiye20) ve münafıklar (Haşiye21), İsra ve Mi’raç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar (Haşiye22). Bütün dünyanın ve bütün hilelerin melikesi de Mehdî’ye karşı çıkar ki onun ismi zaniyedir (Amerika) (Haşiye23). Bu melike o gün bütün dünyayı dalalet ve küfre sevkeder. Yahudiler de o gün dünyaca en yüksek makamdadırlar. Bütün Kudüs’e, mukaddes beldeye hakimdirler. Bütün dünya denizden ve havadan (Haşiye24) Mehdî’nin üzerine hücum eder. Ancak çok soğuk ve çok sıcak beldeler müstesna (Haşiye25). Mehdî bakar ki bütün dünya çirkin hile ve planlarla aleyhinde ittifak ettiklerini görür. Fakat bilir ki Allah daha şiddetli mekr sahibidir ki, onların bütün hilelerini akim bırakır. Ve bütün kainat onun mülküdür ve ona dönecektir ve merci yalnız odur. Ve bütün dünya aslı ve fer’iyle onun bir hilkat şeceresidir. İşte bu kudrete malik olan Cenab-ı Hak, Mehdî’ye nusret için en şiddetli bir darbe ile onları vurur ve karayı, denizi ve semayı onlar üzerine yandırır. Ve Sema da onların üstüne şiddetli yağmurunu yağdırır. O gün bütün ehl-i arz küffara lanet eder. Allah da bütün küfrün zevalini irade eder (Haşiye26) ”.
(Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik-216,
www.hamim.sayfasi.com- Esrarname adlı eser)
− “Umum yeryüzüne dört kişi hakim olmuştur ki, ikisi mü’min ve ikisi kafirdir. İki hakim mü’min Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman (A.S.)’dır. İki hakim kafir ise Nemrud ve Buhtünasr’dır. Ve beşinci olarak ileride benim ehl-i Beytimden birisi (Mehdî) dahi bütün arza hakim olacaktır”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-39)
− “Tulu-i Fecirde, Beyt-i Makdis’de Hz. İsa bin Meryem (A.S.) nazil oluncaya kadar ümmetimden bir taife, daima hak üzerine mukatele (cihad) edecektir. O vakit Hz. İsa (A.S.) Hz. Mehdî’nin üzerine nüzul eder. Ona “Ey Allah’ın Nebîsi! Öne geç, bize namazı kıldır” denir. O da “Bu ümmetin imamı kendisindendir, onların içinden birisi daima diğerlerine imamdır” der. (Yâni Hz. Mehdî’nin imamete geçmesini emreder)”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-38)
− “Dünyanın ömrü bir gün kalsa bile muhakkak Allah bizden (ehl-i beytimden) birisini (Mehdî’yi) gönderir. Onu hâkim kılarak zulümle dolmuş olan yeryüzünü adaletle doldurur”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23-1/23)
− “Mehdî bizden, ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yâni vazifelendirir)”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23- 1/23)
Burada şöyle bir meseleye değinmekte yarar vardır: Ahirzaman Mehdisi çıkana kadar bir çok yalancı mehdinin çıkacağı rivayetlerde vardır. Bunun yanısıra bazı meşhur zatlara da kendileri kabul etmedikleri halde, onların tabileri tarafından “Hz. Mehdi O’dur” denildiği de olmuştur. Bir çok tasavvuf şeyhi, devlet adamı ve hatta son asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî hakkında, kendileri Mehdilik iddiasında bulunmadıkları halde onların talebeleri Onlara olan muhabbetlerinde ileri giderek onlara Mehdilik yakıştırması yapmışlardır. Halbuki geçen hadislerde de görüldüğü gibi Mehdi (ra) kafirlerle cihad edecek ve son zamanlarında Hz. İsa (AS) ile beraber olacaktır. Şimdiye kadar Mehdidir denilen zatlarda bu durumlar görülmemiştir. Bu konuda İbn-i Hacer-i Heytemi, Fetava-i Hadîsiyye adlı eserinde şunları belirtmektedir:
− “Bir adamın zuhuru vaad edilen Mehdi olduğunu iddia eden kişiler hakkında bir mesele:
Bir taife hakkında sual edildim ki, onlar 40 sene evvel ölmüş olan bir adam hakkında onun ahirzaman mehdisi olduğuna inanıyorlar. Hem de onun mezkur Mehdi olduğunu inkar eden kişinin de kafir olduğunu itikat ediyorlardı. Bu taifenin hükmü nedir?
Cevap: Bu batıl bir itikattır ki, çirkin bir dalalet ve feci bir cehalettir. Çünkü evvela bu taife, neredeyse tevatür derecesinde olan ve onların bu itikatlarına muhalif olan hadislerin sarahatine muhalefet etmektedirler. (Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi Hz. Mehdi (ra) kafirlerle cihad edecek ve son zamanlarında Hz. İsa (AS) ile beraber olacaktır. Bu tür iddialarda ise bu özellikler bulunmuyor) İkinci olarak onlar, bu itikatları sebebiyle kitaplarında bu taifenin fikirlerini sarahatle tekzip eden ve bu ölen adamın mezkur Mehdi olmadığını söyleyen İmamları tekfir etmiş sayıyorlar. Kim bir müslümanı dininden dolayı tekfir ederse, o mürted bir kafirdir ki eğer tevbe etmezse boynu vurulur. Hem onlar bu itikatları sebebiyle ahirzamanda geleceği vaad edilen Mehdi’yi inkar eden kimselerdendir. Halbuki Ebubekir El-İskafi’nin hadisinde Rasul-i Ekrem (ASM) ferman etmektedir ki, “Kim Deccalı inkar ederse kafirdir ve kim Mehdiyi inkar ederse o da kafirdir.” Yani bunun manası şudur ki Deccalı ve Mehdiyi sarahaten tekzip eden kimselerin küfründen korkulur. Binaenaleyh devlet imamına “Allah onunla dini kuvvetlendirsin” vaciptir ki, şu mezkur sapık, bayağı, zındık ve dinden çıkmış taife gibi bütün tuğyan etmiş, bid’atkar ve müfsit adamların boyunlarını adalet kılıcı ile vursun ve bu vasıta ile bunların emsallerinden yeryüzü temizlensin ve insanları bunların çirkin söz ve fiillerinden rahata kavuştursun.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-68)

4. Hazret-i İsa (AS):
Hz. İsa (as)’ ın ahirzamanda yeryüzüne tekrar inmesi oldukça açık bir meseledir. Çünkü bu mesele ile ilgili olarak yaklaşık on tane ayet-i kerime, yüze yakın sahih hadis ve Cumhur ulema ve müfessirin icmaı mevcuttur. Ayet-i kerimelerde Hz. İsa’ nın (AS) adı açık olarak geçmemekle beraber, tefsircilerin neredeyse tamamı ayetlerin sarf ve nahv kurallarından ve ayrıca çok sayıdaki hadislere dayanarak Hz. İsa’ nın (AS) ahirzamanda yeryüzüne ineceğini ispat etmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları: Zuhruf-61, Al-i İmran-54-55, Maide 117, Al-i İmran-46, Nisa-157-159, Al-i İmran-48 vb.
Bu konuda rivayet olunan çok sayıdaki sahih hadislerden yalnızca bir kaçı ise şöyledir:
− İbn-i Abbas (ra), Peygamberimizin (ASM) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Başında Ben, sonunda İsa bin Meryem, ortasında Mehdî bulunan bir ümmet helak olmaz.”
(Feyzu’l Kadir, 5/301)
− Ebu Hureyre (ra), Peygamberimizin (ASM) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ümmetimden bir cemaat, haktan zail olmayıp insanlara galib geleceklerdir. Onlar, kendilerine muhalefet edenlere aldırış etmezler. Tâ Meryem oğlu İsa (AS) ininceye kadar.”
(İbn-i Kesir, El-Bidaye ve’n- Nihaye, 2/99)
− “Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim ki; Meryem oğlu İsa’nın (AS) adil bir hakim olarak aranıza inmesi yaklaşmıştır. (dipnot-7) İnecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldırıp İslam’dan başka bir dini kabul etmeyecektir.”
(Buhari, Müslim, Tirmizi)
Not:İşte yukarıda verilen sahih hadislerden görüleceği üzere bu dört büyük kumandanın ortak en önemli vazifesi cihaddır. Onlar kafir Deccal ordusu ile sürekli olarak mücadele halindedirler. Bu durumu aslında biz Müslümanlardan daha iyi bilen ve kendi dinlerini tahrif etmekten çekinmeyen kafirler, Kur’an’ın kelimelerini ve ayetlerini vaad-ı ilahiye binaen bozamadıkları için, İslam’a ait bazı temel kavramların manalarını değiştirerek bu bozuk fikirleri Müslümanlara empoze etmeye çalışmaktadırlar. Hz. Peygamber (S.A.V) de zaten bu manayı Hz. Ali (K.S.)‘ ye şöyle vermişti, “Ben Kuran’ın nüzulü için sen de tevili için harb edeceksin”. Aradan geçen 1400 yıl içinde Kur’an’ın aslını değiştiremedikleri açıktır, buna karşın ayetleri farklı manalarda yorumlayarak insanların kafalarındaki dini bozmaya çalışmaktadırlar. İşte bu tahrib ve tevil için kullanılan en büyük silah, bir dini hüküm hakkında çok sayıda açık delil varken, açık olmayan (müteşabihat) (ve bu nedenle âlimlerin açıklamalarına ihtiyaç duyulan) bir meseleyi alarak yanlış mana vermek ve Müslümanlara bu yanlış manaları aktarmaktır. Bunun için kullanılan en önemli araçlar ise televizyon, gazete ve dergiler gibi medya kuruluşlarıdır. Maalesef görmekteyiz ki, bazı safdil ve İslam dinini iyi bildiğini zanneden cahil Müslümanlarda kökü dışarıda olan bu oyuna alet olmakta ve kullanılmaktadırlar.
Manası değiştirilerek yanlış anlatılmaya çalışılan bu kavramlardan birisi de Cihad kavramıdır. Hâlbuki Cihadın kıyamete kadar farz olduğu hakkında çok sayıda ayet ve sahih hadis bulunmasına rağmen, “dinlerarası diyalog”, “hoşgörü”, “medeniyetlerin kardeşliği” vb adlar altında özellikle yahudi ve hıristiyanların kâfir olmadıkları ve onların da cennete girebileceği, bu nedenle bunlara karşı cihad yapılamayacağı fikri sinsice yayılmaya çalışılmaktadır. Bu zamanda cihadın yalnız kalemle olduğu ve kılıçla cihad zamanı olmadığı gibi safsataları, manaları açık olan çok sayıdaki ayet ve sahih hadislere rağmen uydurmaya cür’et etmektedirler. Halbuki sahih bir hadiste bildirilmektedir ki:
− “Resulullah (asm) şöyle buyurmuştur:
Gökten yağmur yağdıkça cihad tatlı ve hoştur. İnsanlar üzerine çokça Kur’an’ı okuyanların “Bu zaman cihad zamanı değildir” dedikleri bir zaman gelecektir. Kim bu zamana ulaşırsa bilin ki bu ne güzel cihad zamanıdır.
Dediler ki: Ya Resulallah bunu söyleyecek kimse var mıdır?
Resulullah (asm): Evet. Bu kimse Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lanetlediği kimsedir.”
(İmam-ı Nevevi, Tağribul Tezhib, Şifa essudur, Menariul esvağ ila mesriussag)
Cihad ile ilgili esas rehberimiz olan Kur’an’da bulunan çok sayıdaki ayet içinden yalnızca bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:
* “Cihad, nefsinizin hoşunuza giden bir iş olmadığı halde size farz kılındı. Bazan hoşunuza gitmeyen birşey hakkınızda hayırlı olabilir, buna karşılık hoşunuza giden birşey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.” (Bakara-216)
Bu ayette maddi cihadın aslında nefislerimize ağır geldiği ve hoşumuza giden bir iş olmadığı söylenmektedir. Gerçekten cihad zor ve ağır bir imtihandır. Çünkü sonunda can ve malların kaybı söz konusudur. Ancak bu bir imtihandır ve cihad müslümanlar üzerine ebediyen farz kılınmıştır. Her ne kadar bu emir nefsimize hoş gelmese de, sonunda herşeyi hayır olan Rıza-ı İlahi ve cennet nimeti vardır. Buna karşın nefsin hoşuna giden maddi cihadın terkedilmesi sonucunda ise cehennem vardır. Bu nefse hoş gelmeyiş manası içerisinde cihad anında cepheden kaçmak veya maddi cihadın şu zamanda yapılamayacağını, hele hele de hıristiyan ve yahudilere karşı yalnızca ikna yolunun kullanılması gerektiğini iddia etmek safsataları da dâhildir.
* “Allah mü'minlerin mallarını ve canlarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler. Bu Allah'ın üzerine borç aldığı ve hem Tevrat'ta, hem İncil'de, hem de Kur'an'da yer verdiği bir sözdür. Allah'dan daha çok sözünde duran kim olabilir ki? O halde yaptığınız bu alışverişe sevininiz. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.” (Tevbe-111)
Ayette cihad ve cihada terettüp eden vazifeler ve neticesi ne kadar açık bir şekilde anlatılıyor. Cumhur-u ulemaya göre devlet her yıl cihad yapmakla mükelleftir. Bu, kâfirlerin gücünün kırılması ve müslümanların kuvvetinin zinde kalması içindir. Bu cihada (hariçte olan) belirli sayıda müslümanların katılması gerekir, herkesin cihada çıkmasına gerek yoktur (hamele-i din olan alimler, kadın ve çocuklar gibi) (Ayrıntı için bakınız: Mevsuatul Fıkhiyye). Ancak cihadın diğer bir türü ise kâfirlerin müslüman beldesi üzerine saldırarak işgal etmesi durumudur (dahili harb). Bu durumda ise cihad eli silah tutan her müslümana farzdır. Örneğin ABD, Irak’a saldırdığında o beldede bulunan tüm müslümanlar üzerine cihad farz olmakla beraber ölüm tehlikesi ile o beldeden kaçmak da haramdır.
Dikkat edilirse ayette cihadın Tevrat, İncil ve Kur’an’da geçtiği belirtilmektedir. Yahudi destekli hıristiyan ABD, ortalama her yıl düzenli olarak kendilerinden görmedikleri müslüman beldelere haçlı seferi zihniyetiyle saldırmakta ve harp güçlerini devamlı zinde tutmaktadırlar. Hem de ekonomilerini bunun üzerine bina etmektedirler. Hâlbuki rızk-ı helali kılıcının ucunda olan Müslümanlar, bu ilahi emre karşı lakayt kalmakta hatta bu kâfirlere hoşgörü göstermektedirler.
* “Ey Mü’minler yeminlerini bozan ve Peygamber (asm)'ı sürüp çıkarmaya yeltenen ve bununla beraber ilk önce sizinle kendileri savaşmaya başlayan kimselerle savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa eğer mümin iseniz yalnız Allah'dan korkmalısınız. Onlarla savaşınız ki, Allah sizin elinizle onları azaba çarptırsın, onları perişan etsin, sizi onlara karşı üstün getirsin de müminlerin göğüslerini ferahlandırsın ve kalplerinizden kini gidersin. Allah dilediği kimseye tevbe nasip eder. Allah alimdir, hakimdir. Yoksa Allah içinizdeki cihad edenleri ve Allah'dan, Peygamber'den, müminlerden başka hiç kimseyi sırdaş edinmeyenleri imtihan etmeden sizi kendi halinize bırakacak mı sandınız? Allah yaptığınız her işten haberdardır” (Tevbe 13-16).
Bu ayet, Fahreddin Er-Razi’nin Tefsir-i Kebir’inde bahsedildiği üzere, her biri tek başına Müslümanların kâfirlerle savaşmasını gerektiren üç önemli sebebi anlatmaktadır:
1. Yeminlerini ve anlaşmalarını bozmaları,
2. Peygamber (asm)’ı Mekke’den çıkarmaya yeltenmeleri veya Peygamber (asm)’ın getirdiği dini yeryüzünden silmeyi planlamaları,
3. Size karşı savaş başlatmaları.
Ehl-i kitab olan yahudi ve hıristiyanlar ile cihad etmek hususunda da Tevbe suresinin 29.ayeti için Beyzavi-İbn-i Abbas Tefsirinde şöyle bir meal verilmektedir:
*“Ey mü’minler! (Müşriklerle harb ettiğiniz gibi) ehl-i kitab ile de harb edin. Zira onlar, Allah’a ve Ahiret’e hakkıyla iman etmezler ve Allah ve Resulü’nün haram ettiğini haram etmezler ve hak din olan islamiyeti din olarak kabul etmezler (Yani İslamiyeti terk edip Yahudilik ve Hıristiyanlık diye tabir edilen uydurma bir dine inanırlar.) İşte bu ehl-i kitap ile, onlar kendi elleriyle ve zillet içinde cizyelerini verinceye kadar harb edin.”
Kâfirlerin cihadı müslümanlara unutturmak düşüncelerinin yanında diğer bir planları ise islamı gerçekten yaşayan ve cihadı terketmeyen müslümanları terörist ilan etmek, onların Kur’an ve hadise dayanarak yaptıkları haklı davranışları yanlış göstermek ve böylece onları müslümanların gözünden düşürmektir. Özellikle kâfirleri rehin alma, öldürme ve baş kesme gibi olaylar terör olarak nitelendirilmekte ve aslında İslam’da böyle bir şey olmadığı ilan edilmektedir. İşgal ettikleri yerlerde masum olan kadın ve çocuk ayırımı yapmaksızın binlerce müslümana her türlü pisliği yapmaktan çekinmeyen bu kâfirlerin sulh için orada oldukları, kendilerini savunmak ve kâfirleri işgalden vaz geçirmek için müslümanların belde, can, mal ve namus uğruna yaptıkları meşru hareketlerden dolayı terörist olarak ilan edilmeleri ve bütün dünyaya bu şekilde teşhir edilmeleri, hatta islam âleminde de çok sayıda müslümanın buna inanması dikkat çekicidir. Bakara suresinde de anlatıldığı üzere onlara yeryüzünde fesad çıkartmayın denildiğinde onlar biz ancak ıslah ediciyiz derler. Ne aciptir ki, fesada sulh; cihada terör (baği) nam takılmış. Fe Teemmel. Hâlbuki aşağıdaki ayetler İslamın kısasa karşı kısas (bir misli kadar, fazlası yok) prensibini ortaya koymaktadır.
* Haram ay, haram aya, hürmetler hürmetlere kısastır. Buna göre size saldırana, size saldırdığı kadar, siz de saldırın. Allah'tan korkun ve iyi bilin ki, Allah kendisinden korkanlarla beraberdir. (Bakara-194)
Burada hürmet kelimesi için Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eserinde İslam’a ait semboller, can, namus vb. el uzatılması caiz olmayan şeyler olduğu ve hatta Müslümanların mallarının da buna dahil olduğu belirtilmiştir.
Size saldırana size saldırdığı kadar siz de saldırın. Yani her kim size tecavüz eder, hürmetinizden bir şey ihlal ederse, onun size tecavüz ettiği kadar, yani misli olmak şartı ile siz de ona bilmukabele tecavüz ediniz. Çünkü “kötülüğün cezası da onun yaptığı misli ile kötülüktür” (Şura-40). Bir tecavüze karşı bilmisil mukabele tecavüz değil, tecavüzün cezasıdır.
Ayette kullanılan kısas kelimesi takas demektir. Buna göre; bir zarar geldiği zaman o zararın ortadan kaldırılması lazımdır. Yoksa zarar devam ettiği için diğer bir zarar ortaya çıkmış olur. Bu nedenle size saldırana, yaptığı zarar kadar kısas uygulayın yani onun zararını ona takas edin, ona uygulayın ki, gücü kırılsın ve size bir daha zarar vermesin. Kısas prensibini boş şeyleri doldurmak suretiyle daralmış akıllarına sığıştıramayanlar için Allah (c.c.) mucizavari tarzda kısasta hayat vardır diye tefekküre sevk etmektedir. Malumdur ki, harb esnasında ağız, burun kesmek ve masumları öldürmek caiz değildir. Amma bu işi önce onlar başlatırlarsa sana da misli ile mukabele hakkı doğar. Bu hürmetlerin karşılıklı olmasındandır. Masum denilenlere gelince, eğer kadın dahi olsa eline silah almamış ama kafir devletin memuru olmak gibi bir şekilde o devlete herhangi bir şekilde desteği varsa o da harb edilecek kafirlerden sayılır, masum değildir. Bununla beraber gerçek masumlara gelince artık ayırt etme imkânı kalmadığında ve bu işi önce onlar başlatmış ve seninde başka çaren kalmadığında hakikaten masum sayılanlar hakkında dahi bu fetva geçerlidir. Onların hakkı Allah'a havale edilir.
Sonuç olarak, Cenab-ı Hak Rahman, Rahîm, Kadir, Kerîm, Muktedir gibi isimleri muktezasınca İslamı yeniden aziz edecek ve Cebbar, Aziz, Kahhar gibi isimlerinin muktezasınca da Müslümanlara zulüm eden tüm kafirleri zelil edecektir. Bu vaad-i İlahiye, ayet hadis ve İslam alimlerinin icmaı ile sabittir. Rabbimiz bizleri doğru safta ve doğru yolda olanlardan eylesin, siyonist yahudi ve kafir ABD/BM safında olanlardan eylemesin. Amîn.
-------------------------------------------------------------------
1 Yani onlar Mehdî’nin askerleridir, O’na zemin hazırlarlar. Horasan bölgesi İran’ın doğu tarafıdır ki şu anki Afganistandır.
2 Temim, Arabistan’da Yemen asıllı bir kabilenin ismidir. Bu hadîs-i şerifte ve aşağıda gelen daha birçok hadîs-i şerifte işaret ediliyor ki, bir arap Horasan taraflarından sancak çekecek ve o arap komutan Hz. Mehdî’nin sancaktarı olacak. Yani ona zemin hazırlayacak. İşte bu ve aşağıdaki hadîsler dikkatle incelendiğinde bu Temim’li adamın meşrik canibindeki taife-i mücahidinin başındaki zat olduğu anlaşılmaktadır.
3 Hadîsdeki bu isim o zatın asıl ismi değil, unvan-ı mülahaza olan ismidir. Kezalik “Mehdî”, “Cahcah”, “Deccal”, “Süfyanî” gibi isimler de birer ünvandır. O şahıslar aynı bu isimle gelir demek değildir. Mesela Peygamber (A.S.M.)‘ın ismi Tevrat’ta ve İncil’de “Ahyed, Ahmed, Faraklit, Münhamenna” olarak geçmektedir. Hz. İbrahim’in babasının adı “Tareh” olduğu halde Kur’an ona “Azer” demiştir. Allahu A’lem meşrikten çıkan o zatın bütün dünyanın ordularına karşı koyan küçücük bir ordusu olduğu için ona şubecik anlamında Şuayb adı verilmiştir. “Bin Salih” denilmesi ise, bu zatın babası da kendisi gibi salih bir insan olmakla beraber ıslahat manasında olan müteahhitlik yapması ve kendisi de maddî gücünü babasının bu müteahhitlik servetinden almasından dolayıdır.
Hem şu hadîste o zatın diğer bir ismi “Hâris bin Harras”dır ki Haris aslan demektir. O zatın isminin manasına tevafuk etmektedir.
4 O siyah sancaklıların asra göre gayet garib kıyafetleri olmakla birlikte şahsiyetlerinin yüksek deha sahibleri olduğu bildirilmektedir.
5 Siyah sancaklar ilk olarak, Ebu Müslim Horasanî eliyle Abbasi devleti için çekilmiştir. Şimdi de şarktan çıkan siyah sancaklıların reisi tarafından Mehdî için çekilmiştir. O zatın ordularının Filistin’e kadar ulaşacaklarını ve Şam ahalisinden de yardım göreceklerini bu hadîs bildirmektedir. Hadîslerde geçen Şam’dan murad sadece şu anki Şam şehri değil, Filistin dahil olmak üzere Şam-ı Kübra’dır. Siyah sancaklıların 72 ay, yani 6 sene sonra Mehdî’ye işi teslim etmesine gelince; eğer o hareketin ilk çıkış tarihi olan Miladî 1996 yılı esas alınırsa 2002 tarihine tevafuk etmektedir. Eğer mağrib ordusunun bu Taife-i Nuriye’ye hücumu zamanı olan 2001 yılı esas alınırsa 2007 tarihine tevafuk etmektedir. Fakat bu tarihler takribî tarihlerdir.
6 Süfyanî: Şeriat-ı Muhammediye’yi tahribe çalışan ve Büyük Deccal’in ileri karakolu hükmünde onun öncülüğünü yapan ve dehşetli deha sahibleri olan ve küçük Deccaller hükmünde Alem-i İslam’ın başındaki bütün münafık devlet reisleridir. Hadîslerde bu Süfyaniyetin birinci reisinin Türkler içinde çıkacağı bildirilmektedir. Bu haber verilen ve Süfyaniyetin birinci reisi olan Süfyan ise çıkmış ve kendisi ölmüştür. Fakat kendi yerinde bütün Alem-i İslam’da küçük küçük Süfyanlar miras bırakmıştır. Ve teşkil ettiği komitesi de hala devam etmektedir. Buna göre bu hadîslerde geçen Süfyanî, o Süfyan’ın bizzat kendisi olmayıp onun komitesi ve Alem-i İslam’da onun varisleri olan bütün devlet reisleridir. Hadîsten anlaşılıyor ki, Şuayb bin Salih Süfyanî’nin ordularıyla büyük bir harb yapacak ve onu mağlub edecektir. Ve Şuayb bin Salih, Hz. Mehdî’ye zemin hazırlayacak ve onun ordusu Mehdî’nin de ordusu olacaktır.
Bu hadîsin ihbarat-ı gaybiyeleri de kısmen vukua gelmiştir. Şöyle ki; Büyük Süfyanın ordusu Afganistan’daki taife-yi mücahidin ile harbetmek için Horasan civarına gittiği gibi Alem-i İslam’daki diğer bütün Süfyanlar da ona destek vererek tabi oldular. Hem büyük Süfyanın ordusu, oradaki Deccaliyetin ve Süfyancıkların ordularının kumandasını aldılar. Hatta Kuzey İttifakı dahi yine o büyük Süfyan’a bağlı ve Ye’cüc ve Me’cüc taifesine ait kişilerdir. Müslümanların galebesi ise inşaallah yakın bir zamanda vukua gelecektir. Hem hadîsteki “Süfyanî çıktığı zaman ordusunu Horasan ahalisine gönderir ve o ordu Mehdî’ye karşı çıkar” cümlesinden murad, Mehdî’ye zemin hazırlayan insanlara karşı çıkar demektir. Çünkü hadîsin devamındaki “bu sırada insanlar Mehdî’yi temenni ediyor ve arıyorlardır” ifadesinden anlaşılıyor ki, Hz. Mehdî o vakitte zuhur etmeyip belki ona yakın bir tarihte zuhur ederek Alem-i İslam’ın başına geçecektir.
(Haşiye-1) Bir akid on senedir. Hadîsde geçen ukud akd’in cem’idir Cem’in en azı üçdür. 1300 üzerine üç akid ilave edildiğinde tam 1330 eder ki hicrî 1332 ve miladî 1914 te vuku bulan 1. Cihan harbine tevafuk eder.
(Haşiye-2) İngiltere.
(Haşiye-3) Cermen (GERMANY) Almanya’dır. İki akid 20 senedir. 1. Cihan harbinin ahiri olan 1918 den 20 sene sonra vuku bulan 2. Cihan harbinin tam başlangıcını haber vermektedir.
(Haşiye-4) Adolf Hitler’den haber vermektedir.
(Haşiye-5) Yani bütün dünya ile harbeder.
(Haşiye-6) Yani Rusların gizli örgütü.
(Haşiye-7) Hicrî 1350’den 1380’e kadar olan tarihe tekabul eder ki 1952’de Mısıra hakim olan Cemal Abdunnasır’dan haber verir.
(Haşiye-8) 1956 ve 1967’deki Arab-İsrail savaşlarındaki Mısır’ın mağlubiyetini haber verir.
(Haşiye-9) Ramazan ayında Mısır’ın İsrail üzerine galebesini haber verir.
(Haşiye10) Enver Sedat İsmiyle meşhur olan Muhammed bin Enver Sedat’tan haber verir.
(Haşiye11) Aynen vuku bulmuştur. Cemal Abdunnasır’dan sonra Enver Sedat başa geçtiğinde, 1973 tarihinde İsrail üzerine hücum etti. Tâ İsrail’in içine kadar girdi. Amerika’daki Yahudiler ayaklandılar. Amerika’nın Dış İşleri Bakanı Henry Kisinger –ki kendisi Yahudidir- devreye girerek Enver Sedat’ı anlaşmaya razı etti. Enver Sedat galib durumda olduğu halde, Ekim 1978 ve Mart 1979’da Yahudilerle “Camp David” anlaşmasını yaptı.
(Haşiye12) Irak lideri Saddam Hüseyin’i hem ismi, hem ceberutu ve hem de suretiyle haber verir.
(Haşiye13) Saddam lugatta şiddetli vuran, tecavüzkar demektir. Sarihî manasıyla Saddam Hüseyin’den haber vermekle beraber işarî manasıyla, Süfyanîlerin başı ve reisi olan hakiki Süfyanda da bu iki vasfın bulunduğuna işaret etmektedir. Yani Süfyanîlerin başı olan adamın da bir gözünde aksaklık olup az gördüğüne ve onun da kendine muarız olanlara karşı tecavüzkar ve şiddetli olduğuna işaret eder.
(Haşiye14) Yani “Kuveyt” te. Çünkü Kuveyt, Kût’un ism-i tasğiri olup küçük kût manasında, Kûtcuk demektir.
(Haşiye15) 1991’deki Irak harbini haber vermektedir ki, aynen vuku bulmuştur. Saddam Hüseyin Amerika ve İngiltere tarafından aldatılarak Kuveyt’e sokulmuş, daha sonra 37 devlet Irak’ı vurmak için birleşmişlerdir.
(Haşiye16) Yani onun kanunlarında hiçbir hayır yoktur. Çünkü hak olan ahkam-ı Kur’aniyeyi icra etmeyip kendi hevasından ihdas ettiği batıl kanunları tatbik etmektedir. O hem hayırdır; çünkü kafirlere karşı çıkmaktadır. Hem şerdir; çünkü ahkam-ı şer’iyye ile amil olmayıp devletini ahkam-ı ilahiyeye dayandırmamaktadır.
(Haşiye17) Mehdî çıktığında, Saddam’da hiçbir hayır kalmayacağı ve Mehdî’ye karşı hain olacağını bildirmekle beraber, Mehdî’nin bu tarihlerde zuhur edeceğine de işaret eder. Nitekim hadîsin devamı bunu göstermektedir.
(Haşiye18) Hicrî 1420 ve 1430 tarihleri etmektedir ki, içinde bulunduğumuz zamanı haber vermektedir. Hz. Mehdî’nin bu tarihler arasında zuhur edeceğini müjdelemektedir.
(Haşiye19) Hıristiyanlar
(Haşiye20) Yahudiler
(Haşiye21) Alem-i İslam’ın başındaki Süfyanîler olan cümle idareciler ve onlara fetva veren bir kısım ulema-is sû’
(Haşiye22) Hz. Mehdî’ye karşı bütün dünyanın toplanıp vurmasından murâd, onun temsil ettiği şahs-ı manevî olan şeriat-ı garra-i Muhammediyeyi müdafaa eden hakiki mü’minlerin cemaatinin vurulmasıdır. Bu tarihlerde Hz. Mehdî’nin de bizzat bu cemaat-i nuraninin başına geçeceğini haber verir. Meciddun ise Filistin’de bir dağdır. Hadîs, Meciddun Dağlarında bütün kafirlerin Müslümanlar için toplanacağını bildirmekle işaret ediyor ki; bu harb Yahudilerin Meciddun’a hakim olabilmeleri için bizzat kendileri tarafından çıkarılan bir harbdir. Yani Yahudiler Kudüs’e hakim olmakla, oradan bütün dünyaya hakim olacaklarına inanmaktadırlar. Bu sebeble, Filistin topraklarında devletlerini kurabilmek için bütün dünyayı harbe sokmakta ve kafirleri Müslümanlar üzerine hücum ettirmektedirler. Harbin ana müsebbibleri Meciddun dağlarındaki Yahudiler olduğu için ve orada devletlerini kurup yayılmak ve dünyaya hakim olmak için bu harbleri çıkardıkları sebebiyle, bu harbe “Hermeciddun Harbi” denmektedir. Yani gerek Afganistan’da gerek Çeçenistan’da olsun Alem-i İslam’daki bütün harbler Meciddun harbidir. Yoksa yalnızca Meciddun dağlarında olacak bir harb demek değildir. Bu harb, hadîslerde olduğu gibi Tevrat ve İncil’de dahi “Hermeciddun Harbi” veya “Armagedon Harbi” olarak geçmektedir. İleride izahı ve isbatı geleceği üzere, Tevrat ve İncil’de de bu harb aynen hadîsteki gibi haber verilirken, Yahudi ve Hıristiyanlar buna ters mana vererek kendileri tarafına çekmektedirler. Bu noktaya çok dikkat lazımdır. Çünkü mühim bir sır bu noktadan inkişaf ediyor. Feteemmel! Hem bir başka cihet de şudur ki; Üstad Bediüzzaman’ın (R.A.) beyanı üzere, eskide merkez-i hilafet buralarda ve Şam, Haleb, Mekke ve Medine civarında olduğu için, bazen metn-i hadîs raviler tarafından içtihadla tatbik edilip, ekser vukuat-ı istikbaliye bu bölgelerde vuku bulacakmış gibi anlatılmış. Binaenaleyh bu ve bunun gibi hadîslerde verilen haberler, bahsi geçen bu yerlerde vuku bulabileceği gibi Alem-i İslam’ın herhangi bir yerinde dahi vuku bulabilir. O halde bütün dünyanın birleşerek, Alem-i İslam’da Şeriat-ı Garra-i Muhammediyeyi i’lan eden Müslümanları, hususen hadîste haber verilen şark tarafındaki bir taife-i mücahidini vurmaları hadîsin külliyetinde dahildir.
(Haşiye23) Hadîste Amerika’nın şahsiyet-i maneviyesi “zaniye bir melike” olarak tasvir edilmiştir. Bunun sebebi ise; Amerika kelime olarak müennes olduğu gibi zaten kendisi de Hürriyet Anıtı dedikleri heykelleriyle kendilerini kadın suretiyle temsil etmişlerdir. Hem Amerika bütün dünyada hürriyet ve adalet namı altında fuhşiyatı ve zulmü ve dalaleti terviç ederek hakimiyetini bunun ile idame etmektedir. Bu manaya işareten “ismi, zaniyedir” denilmiştir. Hem bu sebeble ileride gösterileceği gibi İncil’de dahi Amerika, bu hadîste olduğu gibi zaniye ve fahişe ünvanıyla haber verilmektedir.
(Haşiye24) O asırda uçağın icad edilip Müslümanların başına havadan bomba yağdıracağına işaret eder.
(Haşiye25) Soğuk beldelerden murad İsveç, Norveç gibi İskandinav ülkeleridir. Sıcak beldelerden murad ise Güney Afrika’dır. Haber verildiği gibi aynen vuku bulmuştur. Amerika ve İngiltere’nin riyasetinde Birleşmiş Milletler Afganistan’ı vururken, bu beldedeki devletler bu harbe iştirak etmemişlerdir.
(Haşiye26) Müslümanların zahirî kuvvet i’tibariyle kafirlere nisbeten zaif olacaklarını, fakat Kudret-i İlahiye harikulade hallerle onlara yardım edip, semavî ve arzî musibetlerle kafirleri helak edeceğini ve Müslümanları galib edip İslamiyeti hakim edeceğini haber vermektedir. İncil’de de aynen böyle haber verilmiştir. Haber verildiği gibi küffar alemine semavî ve arzî musibetlerin geldiği de aynen görülmektedir ve daha dehşetlileri de görülecektir.
Not: Haşiyeler www.hamim.sayfasi.com adresinde bulunan Esrarname adlı eseri hazırlayan hey’ete aittir.
7 Demek ahirzamanda inecek olan Hz. İsa’nın ruhu değil, bizzat cism-i mübarekidir. Hem İsa (AS) ahirzamanda hıristiyanlar arasına değil, Müslümanlar arasına nüzul edecektir (inecektir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder